12 Şubat 2009 Perşembe

PAPATYA VE KELEBEK...


Günlerden birgün küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış.

Doğal içgüd ile hemen beslenmeye başlamış.

Ne bulursa yemiş bir süre sonra yeterince büyüdüğünde kendine güvenli bir yer bulup bir koza örmeye başlamış.


Bu kozanın içinde geçirdiği uzun sürenin sonunda rengarek kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

Minik kelebek uçabiliyor olmanın verdiği mutlulukla uçmaya başlamış.

Dağlar tepeler aşmış ormanın her yerini dolaşmış derken vadiye gelmiş.

Rengarek çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.

Etrafına şaşkın şaşkın bakarken vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş

.Bir anda afallamış ne düşüneceğini ne yapacağını bilememiş.

Ne muhteşem bir çiçek diye geçirmiş içinden,

vakit kaybetmeden yüzlerce renkli hoş kokulu çiçeğin üzerinden geçip doğruca papatyanın yanında almış soluğu.

-Merhaba papatya,sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim.

Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna

-Merhaba demiş.

Bende zaten yanlızlıktan sıkılmıştım zaten.

Ve konuşmaya başlamışlar.

Kelebek ona hayat hikayesini nerede dünyaya geldiğini geçtiği ormanı tepeleri anlatmış.

Papatyada ona kendinden bahsetmiş

.Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar

.Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler.

Gündüz olunca kelebek kanatları ile papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş.

Minik kelebek papatyayı çok sevmişti.

O kadar çok sevmişti ki bir türlü onun yanından ayrılmamış, papatyanında onu sevip sevmediğini merak ediyormuş.

Ama cesaret edipte bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü, onu kırmaktan incitmekten kaybetmekten korkmuş

.Papatyada kelebeği çok sevmiş, ama bir türlü oda sevgisini söyleyememiş.

Duygularının karşılığı olmayacağından bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş.

Böylece iki sevgili yan yana ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

Saatler saatleri kovalamış.

Günler geçipte kelebek artık zamanı kalmadığını gücünün tükendiğini anlayınca papatyaya dönmüş ve "üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek"demiş.

Papatya buna bir anlam verememiş.

"Neden"demiş."Yoksa yanımda mutsızmusun?""

Hayır" demiş kelebek"

Bilakis sen benim hayatıma anlam kattın fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür.

Vebende ömrümü tamamladım.

Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim.''

Papatya bu duruma çok üzülmüş.

Ama yapacak birşey yokmuş zaten kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde son bir gayretle papatyaya "Seni Seviyorum" diyebilmiş ancak.

Papatya donakalmış. Sadece "bende" diyebilmiş kelebeğin arkasından.

Ardındanda gözyaşlarına boğulmuş içinden"keşke onun da beni sevdiğini bilseydim,keşke ona sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.

Papatya sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış.

Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış.

Her düşen yaprakta papatya içinden "seviyormuş" diye geçirmiş.

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar, sevgililerine sormadıklarını hep papatyalara sormuşlar.

Seviyor mu? Sevmiyor mu? diye.....


SEVDİĞİNİZE, SEVGİNİZİ SÖYLEMEKTE GEÇ KALMAYIN...

Hiç yorum yok:

KÜÇÜK MEKANLAR İÇİN HARİKA BİR ÇÖZÜM..

KÜÇÜK MEKANLAR İÇİN HARİKA BİR ÇÖZÜM..

Gençlere hitap eden tümleşik ilginç oda tasarımı.

Gençlere hitap eden tümleşik ilginç oda tasarımı.

Balkonda çiçek saksısı bulundurmanın akılcı çözümü..

Balkonda çiçek saksısı bulundurmanın akılcı çözümü..

BİR BABANIN OĞLUNA MEKTUBU

Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş. "Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş. Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı "Olur" demiş çekine çekine. Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış. "Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna. Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş... Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına. Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu. Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş. Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?" Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış. "Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış. Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış. Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.." Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: "Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler. Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar. Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler. Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu. "Asıl ders bu değil!" dedi baba. Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi. "Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir tat yok " Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı. "İçmek istersin herhalde" dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü. "Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi... Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar."

BİRAZDA GÜLELİM :)

BİRAZDA GÜLELİM :)

SUSUYORUM ARTIK...

Ne keyifle okuduğum şiirler ezberimde, ne de bağıra çağıra söylediğim şarkıların sözleri. Dalgın gözlerle yürüdüğüm caddelerde kayboluyorum... Sonsuz bir inatla sarıldığım radyodan gelen o harika melodilerin de tadı yok? Peki ya o yağmurda iliklerime kadar ıslanmalarımı kim çaldı benden? Bilmiyorum! Susuyorum artık... Sustukça susuyorum. Sustukça, üzerime gelen insanlardan kurtarmak için ruhumu, suskunluğuma sarılıyorum. Ama yine de saplanıyor yüreğime bazı kelimeler. Bazıları da acıtıyor üstelik… Sessiz geceler benim için sığınılan bir liman sanki. Kendimi bulup bulup kaybettiğim karanlıkta, şöyle bir uğradığım kelime hazinem de bir anlam ifade etmiyor. Düşünüyorum da bu güne kadar hep; gibi yazmışım, gibi okumuşum, gibi söylemişim ve en önemlisi; gibi sevmişim... Elbette hiçbir şey, ben ol deyince olmaz. Bunu biliyorum ama zaman da geçiyor hızla. Tükenmez sandığım bütün sözler bitiyor ve ben de yavaş yavaş tükeniyorum... Onca yıldan sonra; hayata dair ne kaldı ki elimde? Kocaman bir hiç! Öyleyse neden bunca çaba, neye bunca isyan… Öyle anlamsızki yaşadığım hayat. Her şey az sonra gerçekleşecekmiş gibi duruyor, elimi uzatıyorum tutmak için, kayboluyor. Benim dışımda kopuyor bütün kıyametler ve ben kendime uyan bir kıyamet beğenmiyorum… Kalbime bir kurşun sıkacak gönüllü katilimi arıyorum ya da yüreğime su serpecek elin sahibini... Toprağa ateşi düşürecek, denizi yakamozlarla süsleyecek sesin sahibini… Artık basit şeyler bekliyorum yaşamdan. Örneğin, kimselerin bilmediği sırlarım olmalı ölürken... Kimselerin gitmediği sokaklarım olmalı... İçimi kanatan özlemlerle yaşlanıp, sonra da sessizce gitmeliyim bu dünyadan. İşte yine susuyorum; siyah bir geceye dönüyor her anım ve okuduğum her şiir kanatıyor yaralarımı. İçimdeki çocuk ölüyor... Yalancı gülümseyişlerle beni ciddiyete çağıran insanları da önemsemiyorum. Elimden kayıp gidenlerden korkmadığımı bilmiyor ki hiç biri…


Yalnızlık Macerası

Öyle yalnız kaldım ki hayatımda
Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum
Çok zaman annemin dizlerine hasret
Koydum başımı kendi dizlerime
Doya doya ağladım
Paylaşırsa dost paylaşırmış
İnsanın derdini sevincini
Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsan kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar
Aşık mı olmadım taparcasına
Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben
Diz mi çektirmedim alemde
Kerem gibiFerhat gibi gürz mü sallamadım dağlara
Ne Leyla yar oldu bana ne Aslı ne Şirin
O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum
Sabahları sokağa çıkmadan evvel
Cesaret şairim, cesaret
Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri
Sevgilimin saçları niyetine.
Cahit Sıtkı Tarancı